Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

Ataturk’ün istanbul’a gelişi ve irtica ile mücadelesi

1909 yılında, İstanbul’da irtica hareketi patlak verdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti, iktidarı ele geçirmek için harekete geçti. Atatürk, hareket ordusu’nun başına geçerek, irticayı bastırmak ve İstanbul’u kurtarmak için yola çıktı.

1909 yılında, İstanbul'da irtica

1909 yılı

Politik istikrarsızlık yaşanıyordu. Halk gergindi. Muhalif gruplar İttihat ve Terakki’ye destek verdi. İngilizler de hareketi destekliyordu.

İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidarı ele geçirmek istiyordu. 7 Nisan’da Serbestî gazetesi başyazarı Hasan Fehmi, faili meçhul kişilerce öldürüldü.

12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece, Taksim Kışlası’ndaki 4’ncü Avcı Taburu’na bağlı 60 asker sabaha karşı saat 04.00’te komutanlarına başkaldırdı, ortalığı birbirine kattı. Komutanlarını hapseden askerler bazı din adamlarının peşine takılıp sokaklara döküldü.

Kalabalık, Ayasofya’daki Meclis-i Mebusan önünde toplandı.

Atatürk’ün çocukluktan o yana en sevdiği arkadaşı olan Nuri (Conker) Bey ciddi derecede hastaydı. Yatak döşek yatarken öğle vaktinde akrabası Yüzbaşı Salih (Bozok) Bey telaşla evine geldi:

“Nuri! Ne yatıyorsun? Kıyamet kopuyor.”

“Ne var? Hayırdır?”

“Ne olacak?.. İstibdat hortladı. İstanbul’da kanlı bir irtica patladı. Mustafa Kemal Bey’in teşvikiyle bir ordu hazırlanıyor. Kendisi de ordunun Erkânıharbiye Reisliği’ni üzerine aldı.”

Hemen karyolasından atladı.

Ateşler içinde yanıyordu. Giyinmeye başladı. Salih Bey ayakta güçlükle duran hasta arkadaşını uyarmaya çalıştı:

“Hayır Nuri! Yat yerine çabuk…”

Fakat muvaffak olamadı. Nuri Bey çoktan giyinmişti bile.

Atatürk’ün rütbesi Binbaşıydı. Redif Taburu’nun kışlasında sevkiyat işlerini organize etmekle meşguldü. Karşısında Nuri Bey’i görünce hayrete düştü. Selamını verip söze girdi:

“Vazife almaya geldim Kemal Binbaşım!..”

“Seni muaf tuttuk.”

“Niçin?”

“Hastasın.”

“Olmaz. Ben hasta değilim. Mademki, sen gidiyorsun, ben senden ayrılamam. Burada duramam. Ben de gideceğim…”

Öyle yoğundu ki tartışamadı:

“Pekâlâ. Git, hazırlan. Bir saat sonra hareket edecek olan 18’nci Nişancı Taburu’yla hareket edeceksin.”

Büyük bir sevinçle arabaya bindi, evine gitti. Ailesinin hayret ve heyecanları arasında dürbününü, haritasını ve tabancasını valizine koydu. Eşi Nedime Hanım panikle sordu:

“Hayır olsun Nuri Bey? Yolculuk mu var? Ne kadar sürer?”

“Bilinmez Nedimem! Mustafa ile birlikte İstanbul’a yolculuğumuz var. Haberler iyi değil…”

Henüz evlatları yoktu. Evinin efendisiyle vedalaştı, arkasından dualar etti.

Nedime Hanım, o günden sonra daha sık yalnız başına kalacak, hatta dört evladının doğumlarında bile Nuri Bey’i yanında görmekte güçlük çekecekti…

Komutanının karşısına çıkıp sert bir selam verdi.

“Hazırım, efendim!” dedi.

Emrini aldı, istasyonda bekleyen trene ulaştı.

Tren kalktı, yol aldı. Yolculuk sırasında Köprülü Redif Taburu kumandanı hastalandı.

Durum Atatürk’e bildirildiğinde o göreve Nuri Bey’i tayin etti.

Hareket Ordusu Hüseyin Hüsnü Paşa komutasında yola çıktı.

İstanbul Hadımköy’e varıldığında ortalık karışıktı. İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidarı tam olarak ele geçirememiş, dolaylı yollardan denetim sağlamıştı.

Atatürk, 19 Nisan günü bir bildiri yazdı; Hüseyin Hüsnü Paşa altını imzaladı:

“…Millet, yıllardan beri zulüm yapan istibdat kuvvetlerini parçalayarak meşrutiyet hükümetini kurdu. Bu kansız mutlu inkılaptan zarar gören aşağılık kimseler, kanunsuz bir şekilde çıkarlarının teminine hizmet eden eski durumun geri gelmesi için bin türlü hile ve alçaklığa başvurarak yasal meşrutiyet hükümetini yıkmak istedi ve bütün insanlık aleminin kınadığı İstanbul faciasının oluşmasına sebep vererek masum kanlar döktü.”

Hareket Ordusu’nun müdahalesiyle isyancılar dağıldı. Nisan sonunda neredeyse hepsi teslim oldu. İsyancılar yargılandı ve cezaları ölüm oldu…

İsyan uzun sürmedi ama muhalefet kan kaybetti. 1912’ye kadar Selanik’te ikamet edecek olan Abdülhamit daha sonra Beylerbeyi Sarayı’na getirilecek ve 1918’deki ölümüne kadar burada “kafes hayatı” sürecekti.